Çatlayana kadar öten cırcır böceklerinin sesiyle uyandığım bir yaz ikindisi..
Dilimde şerbetten bir tat koştum çocukluğuma. Annemin çamaşır yıkamak için teneke leğenine doldurduğu buz gibi kuyu suyunda yüzdürmeye koyuldum kağıttan gemilerimi. İşte az ileride asma çardak altında tüm gece kırdıkları tütünleri dizmeye çalışan ev ahalisi.. Oldukça yorgun, olabildiğine mutlu..
Hiç geleceği böyle hayal etmemiştim o zamanlar biliyor musun? Hiç aklıma gelmemişti doğacak ve ölecek çocuklar. Çocuklar ölmez ki zaten, niçin ölsün? Ölüm dediğin ruhundaki sevgiyi, aşkı, merhameti yitirenlerin işi..
Çocuk bahçede kuma su katar, rengarenk sardunyalardan kendine tırnaklar yapar, biraz da haylazca vurduğu topla tavukları kovalar… Bilemedin eski eşyaların yığıldığı damda, kiremitlerin altından sızan güneşin toz bulutlarını suç ortağı yaparak işaret ettiği cevizden sandıkta, annesinin çocukluğunun yanına çocukluğunu saklar..
O zamalar merak ederdim; pembe güller hep böyle güzel mi kokar? Güneş altında yağan yağmurla ıslanan kalbimizden yansıyan renkler mi gökyüzünü kuşak olup sarar? Toprak ana tüm canlıları aynı şefkatle mi kucaklar?
Yok yok! Çocuk dediğin en fazla erik aşırmak için tırmandığı ağaçtan düşüp kolunu kırar…
Mahalledeki kedi köpekleri barıştırır oyun arkadaşı yapar. Sadece yakartop oyununda vurulur, İstop oyunuyla dünyanın renklerine kanar..
Savaş nedir bilmez, ondandır ya sizinle savaşmayan birine kurşun işlemez…
İşlese de zaten çocuklar ölmez ki! Ölüm dediğin ruhundaki sevgiyi,aşkı, merhameti yitirenlerin işi..
Saygılarımla