Ne yazık ki günlerdir 8 yaşındaki Narin Güran‘ın vahşice katledilmesini ve bir kaç dönüm köyün ortak suskunluğunu dehşet içinde takip ediyoruz. Daha önce buna birçok olaylar yaşandı fakat çoğu aile içi şiddet olaylarıydı ve bu kadar yaygın bir suç ortaklığıyla gözönüne gelmemişti.
Bu yüzden “Bu nasıl olur, bu noktaya nasıl geldik?” sorgularıyla vicdanlarımızı rahatlatmaya çalıştık. Oysa Hannah Arendt‘in “sıradan kötülük” betimlemesi hemen her yerde var ve insanlığın karşısına her türlü çıkıyor. Sosyolojik açıdan feodal ilişkilerin hakim olduğu Diyarbakır’ın bir köyü de olabilir, demokrasinin beşiği olarak etiketlenen ABD veya AB de..
Bütün bir köyü susturan “suç ortaklığı”yla, bütün demokratik ülkeleri susturan İsrail’in Gazze’deki soykırımı arasında ne fark var ? Ha bir köy sessiz kalmış ha bir dünya..
Bu sözün adresi de içeridekiler. Narin’i yaşatamayan, varlığını dahi önemsemeyen acınası bir toplum yapısı. Aynı bölgede on yıllarca terör örgütlerinin zulmune ve katline sessiz kalıp göz göre göre çocukları, kadınları, sivil insanları yok edenlere dönüp “bunlar katil” diyememesi.
Küçük Narin‘i ölüme götüren süreç tam da bu kirli tablonun bir ürünü. Bugün susan köylülerle dünden bugüne terör karşısında susan siyasiler arasında hiçbir fark yok.
Ama ne yazık ki bu gerçeğe rağmen başta DEM Parti olmak üzere bir kısım siyasi çevre Narin cinayetini bile kullanmaktan çekinmedi. Yürüdüler, protesto ettiler. Oysa aynı Diyarbakır’ın Dürümlü köyünde 15 ton bombayla insanlar katledilirken hepsi susmuştu.
Şimdiki gerekçeleri Narin’in yaşadığı Tavşantepe Köyünün “Hizbullahçı” olduğu palavrası. Köydeki en son yerel seçim oranlarında Ak Parti yüzde 62 ile birinci, DEM Parti yüzde 22 ile ikinci sırada. Hüdapar’ın oyu ise yüzde 12.. Burada esas üzerinde durulması gereken konu, böyle birbirinden farklı siyasi düşünceye sahip olmalarına karşın hepsinin susması. İnsan aklının almadığı nokta bu..
Bu durum siyasetle açıklanmayacak kadar derin bir problem. Gerçek şu ki ister dindar ister seküler olsun aile içi şiddet ve cinayet konusunda “sıradan kötüler” her zaman var ve kötülükte sınır yok. Herhalde ilk kez hem sıradan kötülüğün dehşetiyle hem aynı insanların suskunluklarıyla yüzleşiyor hem de en geniş toplumsal tepkiyi veriyoruz. Derin sarsıntının nedeni biraz da bu..
Ortada sıradan kötülüklerden daha tehlikeli “örgütlü bir kötülük” var. Amaçları da çocukların öldürülmesini önlemek değil, çocukları öldüren ve o vahşet karşısında susanları yaşatan o karanlık zeminin daha da derinleşmesi…